Göçük Hukuk Bürosu

İş Kazasında Zamanaşımı Süresi 10 Yıldır. Bedensel Zararın Gelişme Gösterdiği Durumlarda Zamanaşımı, Kesin Maluliyetin Tespit Edildiği Tarihten İtibaren Başlar.

iş kazası

İş Kazasında Zamanaşımı Süresi 10 Yıldır. Bedensel Zararın Gelişme Gösterdiği Durumlarda Zamanaşımı, Kesin Maluliyetin Tespit Edildiği Tarihten İtibaren Başlar.

YARGITAY 21. Hukuk Dairesi

Esas No: 2018/5345

Karar No: 2019/3508

Karar Tarihi: 07.05.2019

ÖZET:

Somut olayda maddi tazminatın, …. tarihli dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep hakları saklı tutularak kısmi dava olarak talep edildiği ortadadır. Bu duruma göre zamanaşımı süresi dava dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden dava tarihinde kesilerek, bakiye alacak miktarı yönünden işlemeye devam edecektir. Hal böyle olunca, … tarihli ıslah dilekçesinin davalı vekiline … tarihinde tebliğ edildiği ve davalı vekilinin … tarihli dilekçesi ile zamanaşımı def’ini açıkça ileri sürdüğü değerlendirilerek, maddi tazminat istemine ilişkin dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlı olarak bir karar verilmesi gerekirken; ıslah edilen kısmı da kapsayacak şekilde maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hüküm kurulması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır.

DAVA:

A) Davacı İstemi;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, müvekkilinin 23/05/1987 tarihinde davalı şirket bünyesinde çalışmaya başladığını, 25/09/2003 tarihinde davalı işyerinde geçirdiği iş kazası neticesinde yaralandığını ve malul kaldığını, müvekkilinin maluliyet oranının %41,2 olduğunu, olayda davalı işverenin kusurlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak müvekkilinin iş gücü kaybı sebebiyle 25.000,00 TL maddi tazminat ile 75.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davacı vekili, 22/01/2016 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini 90.411,93 TL arttırmıştır.

B) Davalı Cevabı;

Davalı cevap dilekçesinde özetle; davacı işçinin dava konusu yaptığı olayın henüz müvekkili şirket işçisi değil ve müvekkilinin şirkete bağlı …… …… AŞ tarafından satın alınmaz…… Fabrikası olarak faaliyet gösterdiği sırada meydana geldiğini, olayın üzerinden 10 yıl geçtiğini, dolayısıyla o gün yaşananların ne olduğu hakkında bugün yorum yapmanın mümkün olmadığını belirterek davanın reddine, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

C) İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi:

“Dosyada mevcut 18/07/2006 tarihli kusur bulur kusuru raporunda, meydana gelen iş kazasında davacının %40, davalı işverenin %50, fabrika müdürü ……’ın %5, üretim teknisyeni ……’ın %5 oranında kusurlu oldukları tespit edilmiş, dava dışı davalı işveren çalışanlarının kusur oranları davalı işveren kusuru içinde değerlendirilmiştir.

Davacının kaza tarihindeki ücretinin tespiti noktasında, dönemsel ücret bordroları mevcut olmamakla birlikte davalı işveren tarafından dosyaya sunulan 2013 yılı Haziran ayına ait ücret bordrosunda davacının bürüt ücretinin 2.383,34 TL net ücretinin 1.707,70 TL olduğu anlaşılmış olup, geçmiş dönem ücretlerinin tespitinde 2013 yılı Haziran ayındaki ücret ile yürürlükteki asgari ücret arasında orantı kurulmuştur.

Yargıtay uygulamaları gereği, davacı için hesaplanan maddi tazminattan kurum tarafından davacıya iş kazası sigorta kolundan yapılan ilk peşin sermaye değerli tahsis miktarlarının (rücuya tabi olan miktarlar) davacılar için hesaplanan maddi tazminatlardan indirilmesi gerekmiş dolayısıyla hesaplanan tazminattan …… Başkanlığınca davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri miktarının, davalının kusuruna tekabül eden miktarının mahsubu yoluna gidilmiş ve taleple bağlı kalınarak 90.411,93 TL maddi tazminata hükmedilmiştir.

Bedensel zararlarda zamanaşımının başlangıcı, olay tarihi veya tazminat sorumlusu ile zararın öğrenilme günü değil, sürekli sakatlığa ilişkin kesin raporun ortaya çıktığı ve öğrenildiği tarihtir. Bu durum Yargıtay’ın 1958 yılından beri değişmeyen ve sürekli biçimde yinelenen yerleşik kararları ile sabittir.

Bu meyanda, uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılması gerekir. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişle bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir.

Manevi tazminat yönünden ise davacı ve davalının kusur durumları, davacının yaşı, tarafların ekonomik durumları, hak ve nesafet kuralları, tazminatın caydırıcılık özelliği gözönüne alındığında manevi tazminat yönünden talep edilen manevi tazminatın kısmen kabul kısmen reddine karar verilerek davacının 45.000,00-TL manevi tazminata hak kazanacağı sonuç ve kanaatine varılmıştır.” şeklinde belirtilmiştir.

D) İlk Derece Mahkemesi Kararı: “Maddi tazminat davasının KABULÜ ile,

1-90.411,93 TL Maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

Manevi tazminat talebinin KISMEN KABULÜ ile,

2-45.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, ” karar verilmiştir.

E) Bölge Adliye Mahkemesi Gerekçesinde Özetle;

“Taraflar arasında husumet, alacaklardan sorumluluk, zamanaşımı, bağlanan peşin sermaye değerinin doğru olarak hesaplamada mahsup edilip edilmediği, manevi tazminatın miktarı ve geç dava açılmasının bu talebe etkisi konularında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Gerçekten iş kazasının meydana geldiği tarihte işletmenin dava dışı Oyak (OYSA) …… Fabrikası tarafından işletilmekte iken 30.10.2007 tarihli sözleşme ile davalı …’ya devredildiği dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin nitelendirilmesi hakime ait olup, davalılar arasındaki ilişkinin ticari işletme devri niteliğinde bulunduğu ortadadır.

İşletmenin devir, dönüşüm ve benzeri intikal hallerinde Borçlar Kanunu’nun 179-180. maddeleri hükmünün uygulanması yargı kararları ve öğretide benimsenmiştir. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Malvarlığının veya işletmenin devralınması” başlıklı 179. maddesi; “Bir mameleki veya bir işletmeyi aktif ve pasifleriyle birlikte devralan kimse, bunu alacaklılara ihbar veya gazetelerde ilan ettiği tarihten itibaren onlara karşı mamelekin veya işletmenin borçlarından mesul olur; şu kadar ki, iki yıl müddetle evvelki borçlu dahi yenisiyle birlikte müteselsilen mesul kalır; bu müddet muaccel borçlar için ihbar veya ilan tarihinden ve daha sonra muaccel olacak borçlar için de muacceliyet tarihinden itibaren işlemeye başlar. Borçların bu suretle naklinin hükümleri, tek bir borcun nakli akdinden doğan hükümlerin aynıdır.” düzenlemesini içermektedir.

Bu maddenin içinde; “müteselsil bir borç” ilişkisi vardır. Devir alan şirket, devir eden şirketin borçlarından ötürü sorumlu olduğu gibi, iki yıl müddetle evvelki borçlu (devreden) dahi, yenisi (devralan) ile birlikte müteselsilen sorumlu olur. Borçlar Kanunu’nun müteselsil borçlara ilişkin 141. maddesine göre, teselsülün kanun hükmünden doğduğu hallerde, kamu düzeni söz konusu olacağından tarafların iradeleriyle teselsülün ortadan kaldırılması hükümsüzdür. Bu nedenle söz konusu müteselsil borç kanun hükmünden (BK m. 179’dan) doğduğundan, teselsülden kaynaklanan sorumluluğun dışlanması geçersizdir ve hukuki sonuç doğurmaz.

Bu durum karşısında iktisadi devlet teşekküllerinin taraf olduğu devir, birleştirme ve diğer intikal hallerinde, BK’nun 179-180. maddeleri hükmü uyarınca “devre konu pasifler yönünden” sorumluluk doğacağından kuşku ve duraksama etmemek gerekir. Borçlar Kanunu’nun 179-180. madde hükümleri buyurucu nitelikte olduğundan, sorumluluk kaydı, sözleşme, devir statüsü veya idari bir tasarrufla hiçbir şekilde etkisiz ve uygulama dışı bırakılamaz. Bunun tamamen etkisiz bırakılması veya sınırlandırılması, ancak bir kanunla mümkündür.

Burada belirtilen sorumluluğun zamanı, devir anıdır. Devrin fiilen gerçekleştiği tarihte doğmuş ve nedeni vücut bulmuş borçlar, bu sorumluluğun kapsamında kalmaktadır. İşletmenin devirden önceki borcunun naklinin alacaklıya karşı hüküm ifade etmesi, kural olarak, BK. 173 ve 174. maddeleri gereğince alacaklının onamına bağlı ise de, 179. madde bu kurala bir istisna getirmiş, alacaklının rızasına gerek görülmeksizin borcun devir alana intikal ettiği kabul edilmiştir. Hal böyle olunca davalının kusuru bulunmasa da devir aldığı işletmenin borçlarından sorumlu bulunduğunun kabulü yerindedir.

Davanın 12.07.2013 tarihinde belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle tazminat talebinin zamanaşımına uğramadığı da açıktır.

Maddi tazminatın saptanmasında; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, PMF yaşam tablosuna göre bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgörmezlik ve karşılık kusur oranları, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır.

Öte yandan tazminat miktarı; işçinin ve destek görenin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluştuğu yönü ise söz götürmez.

Başka bir anlatımla, işçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise; yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde, 60 yaşından sonrada bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir. Mahkemece alınan raporda bu ilkelere uygun oyarak yapılan hesaplamadan Kurum tarafından davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücu edilebilir kısmının tenzili suretiyle maddi tazminata karar verilmiş olması sebebiyle karar yerinde olmuştur.

Tarafların sosyal ekonomik halleri, kusur oranları, kaza tarihi, hüküm altına alınan manevi tazminat miktarının fazla olduğu dikkate alınarak davacı yararına 30.000,00 TL manevi tazminat takdir edilmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

Bu halde, davalının manevi tazminata dair istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının (bu yönlerden) kaldırılmasına ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmasına karar verilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.

F) Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

“1-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi gereğince davalının manevi tazminata dair istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının (bu yönlerden) KALDIRILMASINA,

2-Maddi tazminat davasının KABULÜ ile,

90.411,93 TL Maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

Manevi tazminat talebinin KISMEN KABULÜ ile,

30.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, ” karar verilmiştir.

G) Davalı Vekilinin Temyiz Nedenleri;

Davalı Vekili temyiz dilekçesinde özetle; iş kazasının işyerinin 30.10.2007 tarihinde devralınmasından önceki dönemde 25.09.2003 tarihinde meydana geldiğini beyan etmişti. Bu nedenle haklarında dava açılamayacağını, …… ……’ya karşı dava açılması gerektiğini, zamanaşımı savunması dikkate alınmadan hüküm kurulduğunu, zamanaşımının 10 yıl değil haksız fiil zamanaşımı olması gerektiğini, manevi tazminatın haksız kazanç sağlamak için talep edildiğini, her gün acı çeken birinin yıllarca aynı işyerinde çalışmaya devam etmeyeceğini ileri sürmüştür.

2003 yılında olan kazada davacının %40 kusurlu olduğu dikkate alındığında verilen manevi tazminat miktarının yüksek olduğu, bu nedenle kararın manevi tazminat yönünden kaldırılmasını talep ettiklerini; maddi tazminat yönünden ise, davacının karşılanması gereken bir zararının kalmadığını, mahkemenin kendince usule aykırı olarak yaptığı bir maddi zarar hesabının kabul edilemeyeceğini, 72.328,30 TL olan gelirin peşin sermaye değerinin 43.396,98 TL olarak düşürülüp bunun karşılanmayan zarardan mahsubunun ve bu rakam üzerinden ıslah yapılmasının kabul edilemeyeceğini beyan ederek, kararın kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesini beyanla kararın bozulmasını talep etmiştir.

H) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Bölge Adliye Mahkemece, maddi ve manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile 90.411,93 TL maddi, takdiren 30.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25/09/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamından, kaza tarihinin 25/09/2003, dava tarihinin 17/07/2013 olduğu, davacının dava dilekçesi ile 25.000,00 TL maddi tazminat, 75.000,00 TL manevi tazminat talep ettiği, 22/01/2016 tarihinde davacı sigortalının davasını ıslah ederek mahkemeden sonuç olarak 90.411,93 TL maddi tazminat talep ettiği anlaşılmaktadır.

Sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresi 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince 10 yıldır. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Dava konusu olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ortadadır.

Somut olayda maddi tazminatın, 17/07/2013 tarihli dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep hakları saklı tutularak kısmi dava olarak talep edildiği ortadadır. Bu duruma göre zamanaşımı süresi dava dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden dava tarihinde kesilerek, bakiye alacak miktarı yönünden işlemeye devam edecektir.

Hal böyle olunca, 22/01/2016 tarihli ıslah dilekçesinin davalı vekiline 26/01/2016 tarihinde tebliğ edildiği ve davalı vekilinin 27/01/2016 tarihli dilekçesi ile zamanaşımı def’ini açıkça ileri sürdüğü değerlendirilerek, maddi tazminat istemine ilişkin dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlı olarak bir karar verilmesi gerekirken; ıslah edilen kısmı da kapsayacak şekilde maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hüküm kurulması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır.

SONUÇ:

 Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalıya iadesine 07/05/2019 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

 

 

 

 

 

UYARI: Bu sitede yer alan bilgiler, makaleler, kararlar ve sair paylaşımlar Avukatlık Kanunu, TBB Reklam Yasağı Yönetmeliği ve TBB Meslek Kuralları ile ilgili mevzuat hükümleri dikkate alınarak ve meslek itibarını zedeleyecek her türlü tavır ve davranıştan özenle kaçınılarak hazırlanmaktadır. Site içeriğindeki paylaşımların herhangi birinde reklam, tanıtım, pazarlama, iş sağlama amacı güdülmemektedir. Bu sebeple, bu bilgilerin profesyonel danışmanlık hizmeti yerine geçtiği kabul edilmemelidir. Site içeriğinde bulunan her türlü paylaşım Göçük Hukuk Bürosu ekibinin bilgi ve emeğinin ürünü olup, FSEK kapsamında eser niteliğindedir ve izinsiz kullanımı yasaktır.

İlgili Yazılar